EKMEKTEKİ PARA

Kitabın adı: EKMEKTEKİ PARA
Yazarı: Sezer Odabaşıoğlu
Yayınevi: Sezer yayınları
Resimleyen: Sezer Odabaşıoğlu
Türü: Öykü
Yaş: 9+
Basım yılı: 2008

Kitabı Tanıtan: Zübeyde Seven Turan
Ekmekteki Para adını görünce duraksadım. Ekmek parası, demek istedi de basım yanlışı mı oldu, diye. Okudukça dahası kitaba adını veren öyküye gelince aldım sorumun yanıtını. Doğrusu sıkça çocuklaşsa da yüreğim ekmekteki para oyununu duymamıştım.
Kalemini tanıdığım bir kalem eri Sezer Odabaşıoğlu! Salt kalemini demek de emeği yoksamak olacağından çoğaltmalıyım bunu… Çizgilerini de bildiğim bir kalem emekçisi, diyerek tamamlamalıyım. Kaç çocuk kitabımı resimlediğini düşledim durduk yerde. Emeğimi emeğiyle çoğaltarak çocuk öykülerimin içeriklerini renklerle beslediğini…
Bu yapıtı resimleyenin de kendisi olmasına şaşırmadım. Öyle ya yoğunlaşıp kaleme aldığı metinleri aynı yoğunlukla resimlemek ayrı bir keyif olmalı. Kimi bir öyküyü ya da masalı yazmaya başladığımızda düşmez mi belleğimize resimler? Ne ki resimleyenin belleğine de düşmesini dileriz onların. Sevgili Odabaşıoğlu bu anlamda şanslı.
Önce kapaktan başlamalıyım. Çarpıcı ve uyumlu bir renk şenliğine çekildim kapakta. Bir bu yapıtta değil diğer yapıtları için de aynı sözleri yineleyeceğim. Özenli bir baskı. Kaçıncı yapıt olduğunu sayma olanağım yok. Çünkü bereketli toprakların çocuğu Sevgili Odabaşıoğlu Öğretmenim! Toprakları denli de verimli bir kalem eri. Öyle ya, 7 kitabı aynı anda yayımlandı. Bu çıkışıyla olumlu anlamda şaşırttı bizleri. Uzunca sayılabilecek denli görünürlerde yoksa üretme sancısı içindedir, anlıyoruz artık. Bu kez de öyle oldu.
Yazının birçok dalında ürün veren bir yazar Sezer Odabaşıoğlu. Onu ilk önce Yeşim serisiyle tanıdım. Ardından Çuval Kütüğü, Nadir Bey Gibi Döverim Ha ve diğerleri geldi. Nasrettin Hocanın topraklarından beslenen bir kalem olduğunu imleyen ürünleri ve karikatür alanındaki çalışmaları da bu özelliğinin yansımasıdır, diye düşünüyorum.
Ekmekteki Para yapıtı altı öyküden oluşuyor. Öykülerin hepsinde ötekine çeviriyor aynasını. Günümüz çocuklarının hay huyları arasında görmezden gelinen yoksul çocukların yaşamlarını anlatıyor. Genellikle birinci tekil kişi konuşuyor. Ben anlatımlı olaylarla örüyor öykü nakışını. Konular öylesine sıradan yaşamların içinden seçilmiş. Bu örgü Gizli Sınav öyküsüyle başlıyor. Alın teriyle yaşamını sürdürmek durumunda olan çocukların yaşamla yüzleşmelerine tanıklık ediyor okur. Yer yer basım yanlışları ve uzun sözcüklerden oluşan tümcelere karşın önemli bir toplumsal yaranın altını çiziyor yazar.
Lâstik ayakkabıları günümüz çocuklarından kaçı bilebilir? Yokluğun yoksunluğun koynunda yaşayan, çoğu onu bile bulamayan çok çocuk gördüm Anadolu’daki görevlerim sırasında. Bugüne ve hemen yanımızda yöremizde demek istediğim. Yine Anadolu’da çok çocuklu ailelerin çocuklarının kimliği değil mi bir anlamda Ercan? Kunduracı bir baba bile ancak büyüdüğünü ayrımsadığında ona ayakkabı yapmayı akıl edecektir. O güne gelinceye değinse kalabalıktan biridir oğlu. Dahası çocuklarının giderlerini düşürebildikleri oranda hoşnuttur anne baba yaşamlarından. Onların büyüdüğünü ayrımsamanın sevinciyle, omuzlarındaki ağırlığın artmasının kaygısı yan yanadır ailede. Dahası sevinci gölgeler içlerinde büyüttükleri kaygı…
Dolma Kalem, öyküsünde de altı üstü bir dolma kalemin bir çocuğun yaşamını ne denli ayrıcalıklı kıldığını görüyoruz. Şaşkınlıkla büyüyen sevince boğduğunu… Özellikle bu öyküde yazarın anılar yolculuğundan damıttıklarının kokusu yayılıyor tümceler arasına. Sevgili Odabaşıoğlu yaşam penceresinden başını uzattığında değişmeyen renkleriyle hâlâ o dolmakalemi görüyor. Özellikle ortaokul öğrencilerinin de şapka giydikleri döneme taşıyor bizi. Yüreğindeki ve belleğindekiler ne olursa olsun kenarı şeritli bir şapkanın ergenlik dönemindeki bir çocuğun duruşunu dikleştirdiğini bilmeyenimiz var mıdır? Özellikle şapkayı gözlerine değin indirmenin insan ruhunda geliştirdiği desteğin ölçüsü azımsanabilir mi?
Dolmakalem öyküsünde ayrıntıların öykünün görselliğini arttırdığını söylemeliyim. Evet evet resimleri içinde bir öykü bu! Nerede mi? Elbette sözcükler arasında gizli… Kimi Ercan’ın gülümsemesiyle gösteriyor yüzünü. Yeniden yitiveriyor bin hüzünle…
Ekmekteki Para, yapıta adını veren öykü… Burada da yazar, yöresel alışkanlıkları, gelenekselleşen öğretileri bir sonraki kuşağa aktarıyor. Bunu önemsiyorum. Çünkü değişen ve giderek acımasızlaşan yaşam koşullarıyla nice değerlerimizi yitirdik. “Söz uçar, yazı kalır” söylemine yaslanarak, yazarın bu anlamda önemli bir sorumluluk taşıdığını düşünüyorum.
Gülnaz’ın Ablası Binnaz, öyküsünde de yine kırsal bölgede yaşayan çocukların önemli bir yarasına parmak basıyor. Özellikle kız çocuklarının ergenliğin eşiğindeyken kocamandan sayılarak her işe koşuldukları bilinen bir gerçek. Okula gidenlerse, çelimsizler; yani ağır işlere gönderilemeyenlerdir genellikle… Bu öyküde yetişkinin kararıyla ötelenen Binnaz, acısını kardeşinden çıkarmaktadır. Gülnaz, neyin bedelini ödediğini bilemese de işe yarar Binnaz’ın tepkisi. En çok anı-öykü kokusu aldığım öykü bu. Eğitimci bir kalem eri olduğunu bildiğimden şaşırmadım duyumsadıklarıma. Ben, anlatımlı olmasaydı da böyle düşünür müydüm sorusunu bile sordum kendime.
Sepet, öyküsünde de yine; özellikle erkek çocukların direngen olması istenir Anadolu’da. Bunun için de taşıyabileceğinin üzerinde yüklenilir onlara. Erkek kimliği yaşamın her aşamasında önünde koşar. Çocuksa ona giydirilen bu kimlikten geri kalmamak adına direnir. Ne ki bir kırılma noktası yaşayabilir her şeye karşın. Çocukluğu öne geçer böyle zamanlarda. Sepette bunu gözlemliyoruz. Hakkı, bu çocukların simgesidir. Çözümü de doğaldır ki kendi yöntemleriyle bulacaktır.
Anadolu’ya, kırsala bir pencere aralıyor Sezer Odabaşıoğlu. Çoğu yaşanmışlıkların izini sürdüğünün imini veriyor bir bir öykülerde. Okumalı ve okutmalı bu öyküleri. Okunmalı ki, kent çocukları yaşamın arka bahçesini tanıyabilsinler…
Kaleminize sağlık Odabaşıoğlu Öğretmenim! İçinizdeki çocuğun sesi kısılmasın…

Zübeyde Seven Turan
seventuran@mynet.com

1 yorum:

Gülnaz ve Binnaz'ın öyküsünü o kadar güzel anlatmış ki yazar kardeşim, yakınlardan bir yerden kitabı alıp okuma, sonra da birine armağan etme ihtiyacı hissettim. Sezer Odabaşı'yı da bu güzel yapıtı için kutlarım. Yaşamımızdan neler gidiyor. O şapkaları bir yıl ya da yarıyıl ben de başımda taşıdım. Kaldırılıcağına yakındı yeni orta okula başlamıştım. Köşeyi dönünce çıkarmayı liseli olunca takmama özentisini yaşamıştım. Kalktı ve rahat ettik. Ne yazık ki bizim için şapka takmak utandıran bir hal almıştı. Bir de bizden öncekilerin şapkalı fotoğraflarına çok şaşırırdık. Buradan şunu çıkarmak lazım, demek ki bazı yörelerde gençlerin çok sıkıldığını gördüler ve o şapkaları kaldırdılar. Ben Çanakkale'deydim, yerel gazeteye yazılar yazılmıştı. Zaten önce Çanakkale Merkez Ortaokulunda kalktı. İlk müşdeyi rahmetli dayımdan almıştım, radyoda dinlemişti. Güney yörelerinde taktıklarını babam da söylemişti. Babam halk şairi olduğu için durmadan gezerdi. Ne kadar etkilemiş ki bizleri, yazacak bunca şey buduk. Yazanlara sunanlara teşekkürler.
Filiz Tosyali
Çocuklara ve Gençlere Verilen Boşa Gitmez
www.filizinkalemi.blogspot.com
www.cocukgenclikampi.blogspot.com