"İki Ucu Yolculuk" Aytül Akal

1_ Kitabın ismi: İki Ucu Yolculuk
2_ Yazar: Aytül Akal
3_ Kapak çizeri:
Sadi Guran
4_ Yayınevi:
Uçanbalık Yayınları, 2008
5_ Okuyucu Yas Aralıgı: 14+
7_ Türü: Öykü


Eleştiren: Bilgin ADALI

Yol denince aklımıza yılan gibi uzanan yollar gelir hemen. Yolculuk da bir yerden bir başkasına gitmektir. Oysa değişik yollar ve yolculuklar da var. Âşık Veysel’in gündüz gece gidip durduğu uzun ince yol gibi…

İki Ucu Yolculuk başka tür yollarda yapılan, başka türden yolculukları anlatıyor.

Kitabı bitirip bende bıraktıklarını şöyle bir düşünmek üzere kapağını kapatınca, bir hayli şaşırdım. Başlangıçta bana epeyce dağınık, hatta sevimsiz gelen kapak, sıralar değişmiş olsa kitaptaki 11 öykünün birer özetiydi. Hangi resmin hangi öyküye ait olduğunu bulma oyunu oynadım bir süre.

Beş anahtar görüntü buldum. Sayfa başındaki ilk görüntü, “Şapkalar” öyküsünü anlatıyordu. İkinci görüntü, “Trenin Getirdikleri, Rüzgârın Götürdükleri”yle ilişkiliydi. Üçüncü sıranın ilk görüntüsü, “Beyaz Çiçekli Şapka”dan başkası olamazdı. Son sıradaki ilk görüntü kesinlikle “Mavi Ortancalar” öyküsünündü. Aynı sıradaki üçüncü görüntü ise “İki Ucu Yolculuk” öyküsünün son karesiydi.

Bunlar kolay olanları. Ötekileri de buldum ama açıklamayacağım. Kapağın, kitaptaki öykülerle bu birebir ilişkisini keşfetmek doğrusu çok çarpıcı geldi bana.

Kadınsı duyarlıkların öyküleri İki Ucu Yolculuk’ta anlatılanlar. Öykülerde, erkekler bile kadınsı bir duyarlıkla ele alınıyor. Bunun en güzel örneği “Mavi Ortancalar”. (s.115)

“Sabırlı oldu kadın, üç yıl bekledi. Dördüncü yıla girdiğinde…” (s. 139) diye başlar son paragrafı öykünün. Evet, kadınlarda vardır bu sabır. Ama bir kadınla ilişki kurmak isteyen bir erkeğin, üç yıl boyunca aynı sabrı gösterip doğrudan hiçbir girişimde bulunmaması düşünülemez. Kadınsı bir duyarlığın erdemidir bu. Oysa öykünün ortalarında (s.131) tam tersini söyler kahramanlar. Erkek, “Ben çok sabırlı bir insanımdır, beklemeye alışığım,” der. Kadın ise, “Ben hiç değilimdir. Beklemekten de, bekletilmekten de hiç hoşlanmam.”

Oysa, hamle araları uzun süren bir satranç oyununun usta oyuncuları gibidir öykü boyunca her iki kahraman da. Hamlelerini oynarken, kendi iç hesaplaşmalarını da yaşarlar.

Aynı kadınsı duyarlık “Çiçek Kokuları” öyküsünde de (s.81) de açıkça görülür. Öykünün hemen başlarında kahramanın karısından ayrılmış olduğunu öğreniriz. Birkaç yerde daha vardır ipuçları erkek olduğunun. Ama, ayrıntıların anlatılması bile kadıncadır bu öyküde de. Öteki öykülerin hemen hepsi kadın dünyasının öyküleridir zaten.

“Kadınsı bir duyarlık”tan söz edişim yalnızca bir saptama. Ama bu duyarlığın beni çok etkilediğini de söylemeliyim.

İlk öykü, “Şapkalar”da, kadınsı bir oyun var şapkalarla. Biri şapka tutkunu, öteki şapka üreticisi ve satıcısı iki kadının, düşsel bir oyunu. Dört sayfalık kısacık bir öykü. Ama bizi kadın dünyasının derinliklerine çekiveriyor. Bu ilk öyküyle, değişik bir anlatıyla karşı karşıya olduğunuzun izlerini veriyor Akal.

İkinci öykü, “Trenin Getirdikleri, Rüzgârın Götürdükleri” (s.11) iki yaşlı konukla, çalışan ve çocuklu bir kadının öyküsü. Sanki, “iki ucu yolculuk” kavramını en iyi anlatan öykü bu. Tek itirazım var bu öyküye: Kadının duyarlılığını anladım da, erkeğin (kadının kocasının) çocuksu bencilliğini neye yoracağımı bilemedim. Bir çocuğun yalnızca annesine yapabileceği şımarıklıklarıyla çocuksu bencilliğini nereye koyacağımı bilemedim doğrusu. Düşsel yanlarıyla bile çok gerçekçi bir öykü kitabında, o kişi, gerçek dışı gibi geldi bana. Oysa kitaba adını veren “İki Ucu Yolculuk” öyküsünden daha “iki uçlu” bir yolculuk olarak algıladım o öyküyü ben.

Yukarıda sözünü ettim kadınsı duyarlığıyla yepyeni bir evrenin kapılarını açıyor bize Akal. “Zaman Yolcuları” (s. 65) öyküsü bu evrenin en çarpıcı örneği. Bir taksi sürücüsüyle yolcusunun söyleşilerinden oluşan bu öykü, hemen her gün yaşadığımız, ama gözümüzden kaçan ayrıntılarla dolu. Belki de bir “yaşam sorgulaması”…

Garip bir hüzün tomurcuklanıyor kişinin yüreğinde okuyup bitirdikten sonra kitabı. Yalnızlığın, tekilliğin, bir başınalığın, kabul etmeye pek yanaşmadığımız aykırılıkların hüznü. Aytül Akal’ın öykülerinden yola çıkarak, kendi evrenini sorguluyor kişi.

Daha önce yazdığım bir yazıda da değinmiştim bu konuya. Kimi kitapları, “çocuk” ya da “gençlik” kitabı olarak etiketlemek, sınırlıyor okuyucu kitlesini. İki Ucu yolculuk, genç ya da ergin (çocuk değil) 17’den 97’ye, her yaş kesimine seslenebilecek bir kitap. Bu tür kitapları bir “yaş grubu”yla sınırlayarak yazarlar kendilerine, yayınevleri de yazarlarına ve okuyucularına haksızlık ediyorlar.

Okuyun “İki Ucu Yolculuk”u… Pişman olmayacaksınız. Satırların arasında biraz kendinizi, biraz yakın çevrenizdeki insanları, genel olarak hüzünlü bir “insan” kavramını bulacaksınız. Dünyaya bakışınızda, küçücük de olsa, kimi değişiklikler olacak. Birbirinden çirkin şapkalarıyla ün kazanmış İngiltere Kraliçesine bakışınız bile değişecek büyük olasılıkla.

Not: iki şapka öyküsü var kitapta. İkisi de yol boyunca oradan oraya savurdu beni. Bu iki öykü de dikkatle okuna…


0 yorum: